Dede Korkut Kitabını Alevilik Penceresinden Okumak- 3
Dede Korkut Kitabı‟nın yazıya geçirildiği tarihler ile bu inanç önderlerine ait velayetnâme ve menakıpnâme gibi eserlerin yazıya geçirildiği tarihler birbiri ile örtüşmektedir. Sadece yazım tarihleri değil, kahramanlar ve olaylar arasında da önemli benzerlikler vardır. Adnan Sadık Erzi, Dede Korkut Kitabı ile Hacı Bektaş Veli Velayetnâmesi arasındaki benzerliklere değinen makalesinde, velâyetnâmenin “Hacı Bektaş-i Veli Hazretleri Osmancığa Safâ-nazar Ettiğidir” başlıklı faslında geçen, “Bayındır Han” ve “Kazan Han”ın Dede Korkut Kitabı‟nın en önemli şahsiyetleri olduğuna dikkat çeker ve aynı fasılda geçen “Kurt Ata”nın aslında “Korkut Ata” olduğunu vurgular (Erzi, 1954, s. 186-187). Erzi‟nin bu tespiti, Dede Korkut Kitabı‟nın Bektaşi velayetnâmeleriyle benzerliklerine yönelik ilk olma özelliğini taşır. Erzi‟nin sözünü ettiği satırlarda geçen “Kurt Ata” ismi, çeşitli velayetnâme nüshaları üzerinde ayrıntılı çalışmaları olan Abdülbâki Gölpınarlı tarafından ise doğrudan “Korkut Ata” olarak aktarılır (Gölpınarlı, 2014, s. 71). Yine Hacı Bektaş Veli Velayetnâmesi‟nin farklı nüshalarını karşılaştırmalı olarak inceleyen Hamiye Duran ve Dursun Gümüşoğlu‟nun ortak çalışmasında, yukarıda sözünü ettiğimiz faslın, orijinal metinde de “Oğuzın Pâdişâhı Bayındır Hân âhirete intikâl eyledi Oğuzın bigler bigisi öldi ve Korkut Ata öldi” şeklinde olduğu görülmektedir (Duran vd., 2010, s. 699). Yani, Hacı Bektaş Veli Velayetnâmesi‟nin orijinal metninde “Korkut Ata”nın ismi doğrudan zikredilmektedir. Diğer taraftan Şükrü Haluk Akalın‟ın Dede Korkut Kitabı ile Saltuk-nâme‟deki motif ve olay benzerlikleriyle iki eser arasındaki birtakım ortak unsur ve hususlar hakkında önemli tespitlerde bulunduğu çalışması da yine Bektaşi kaynaklarının Dede Korkut Kitabı ile benzerliklerine işaret etmesi bakımından önemlidir.4
16. yüzyılın sonlarına kadar Kalenderi, Haydari, Cavlaki, Abdal, Işık vb. adlarla adlandırılan heterodoks Türk toplulukların, yukarıda sözünü ettiğimiz inanç önderleri adına kurulu ocakların müntesibi olan bireyler bugün Bektaşi, Kızılbaş ve Alevi kavramlarıyla tanımlanmaktadırlar:
Yazılı kaynaklarda, 12. yüzyıldan itibaren yoğun olarak karşılaştığımız bu heterodoks akımların kurucu önderleri arasında, Aslan Baba, Barak Baba, Dede Garkın, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltık, Seyyid (Battal) Gazi, Sultan Şücaeddin Veli, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Hacım Sultan, Sarı İsmail, Otman Baba, Şeyh Ahmed Dede, Şeyh Hasan ve daha birçok eren, dede ve baba ile bu karizmatik kimselere bağlı topluluklara sıkça rastlamak mümkündür. Bu dede, baba ya da erenlerin yaşadıkları dönemlerde çevrelerinde mevcut olan topluluklarıyla birlikte var oldukları yazılı kaynaklar üzerinden takip edilebildiği gibi, bu kimselere mensup olan toplulukların bir kısmının 16. yüzyılda, bir kısmının ise sonraki yüzyıllarda “Sarı Saltık Ocağı”, “Hacı Bektaş Ocağı”, “Dede Garkın Ocağı”, “Seyyid Battal Gazi Ocağı”, “Şücaeddin Veli Ocağı”, “Abdal Musa Ocağı”, “Kaygusuz Ocağı”, “Sarı İsmail Ocağı”, “Hacım Sultan Ocağı”, “Şeyh Ahmed Dede Ocağı” ve “Şeyh Hasan Ocağı” örneklerinde olduğu gibi “ocak” adıyla anılmaları dikkate değerdir (Akın, 2017a, s. 29).
O dönem birer Kalenderi, Haydari, Abdal ya da Işık olarak tanımlanan ve çevrelerinde geniş talip toplulukları bulunan bu inanç önderleri adına kurulu birer Alevi ocağı olduğu ve bu ocaklara mensup azımsanamayacak sayıda dede ve talip topluluğunun -bu toplulukların önemli bir çoğunluğunu Türklerin ve bilhassa Oğuzların oluşturduğunu unutmamak gerekir- günümüzde de aynı inanç çerçevesinde yaşamlarını sürdürdüğü bilinmektedir.5 İşte bu Alevi ocaklarına mensup dede ve talip toplulukları, Dede Korkut Kitabı‟ndaki birçok unsuru; sosyal yaşantılarında, inanç merkezli ritüellerinde ve gerek yazılı gerekse de sözlü gelenekte ortaya koydukları edebî eserlerinde güçlü bir şekilde yaşamakta ve yaşatmaktadırlar.
Çalışmamızda, yukarıda özetlediğimiz benzerlikleri geniş bir biçimde ele alarak Dede Korkut Kitabı‟nı Alevilik bağlamında incelemeye çalışacağız. Dede Korkut Kitabı‟ndaki anlatmalar; İslam algısı, ritüeller, dünyayı anlamlandırma biçimi, sosyal yaşam, hiyerarşik yapı, terimler, kavramlar, kullanılan formel sayı ve ifadeler, dua ve sözcük kalıpları gibi konular Alevi inanç sisteminin geleneksel arka planı ile mukayeseli olarak incelenecek ve bu doğrultuda yorumlanacaktır.6
Söz konusu karşılaştırmalı inceleme yapılırken Dede Korkut Kitabı‟nın “mukaddime” ve “anlatmalar” kısmı iki başlık hâlinde ayrı ayrı ele alınacaktır. Bu bakış açısıyla “mukaddime eseri istinsah eden kişinin görüşüdür” algısı da dikkate alınarak eserdeki mukaddime ve anlatmaların, farklı yaratıcıları olma ihtimali de göz ardı edilmeden konu iki başlıkta incelenecektir. Müstensihin metne etkisini Dede Korkut Kitabı‟nı merkeze alan çalışmasında analiz eden Pehlivan, mukaddime üzerinden müstensihin inançsal aidiyeti üzerine görüş belirtmiştir. Pehlivan, Dresden nüshasının mukaddime kısmında yer alan kutsal dinî şahsiyet ve kavramların “görklü” redifiyle övüldüğü satırlarda “Hz. Ebu Bekir ve Hz. Osman”a yer verilmesinden hareketle eseri yazıya geçirenin Sünni olduğu kanaatine varmıştır (Pehlivan, 2014, s. 276).7 Ancak bu satırlardan hareketle eseri yazıya geçirenin Sünni ya da Alevi olduğu çıkarımını yapmak mümkün görünmemektedir. Nitekim çalışmamızın ilerleyen kısımlarında geniş bir şekilde yer vereceğimiz mukaddime kısmında ve eserin anlatmalar bölümünde yer alan unsurlar, kavramlar, şahsiyetler, sosyal yaşam tarzına dair ipuçları ve daha birçok husus hakkındaki tespitlerimiz bu görüşümüzü destekler niteliktedir. Kaldı ki Dede Korkut Kitabı‟nın hemen her anlatmasında, Sünni inanış bir tarafa, İslam dininin o dönemki Türkler tarafından nasıl algılandığı ve kabul gördüğü hususu üzerinde ayrıntılı durulması gereken bir konudur. Yine Pehlivan‟ın müstensihin Sünni olduğuna dair görüşü, Dede Korkut Kitabı üzerine yaptığımız çalışmayı daha da anlamlı kılmaktadır. Çünkü bu yargıdan yola çıkarsak “Dede Korkut Kitabı‟nın müstensihinin Sünni olması, metindeki Alevilik ile ilgili unsurların olduğundan daha az metne yansıtılmasına sebep olmuştur” önermesine kaynaklık etmesi olağan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Makalemizde belirttiğimiz üzere sosyal bilimler alanında tanımlamaların doğruluğu tartışmaya açıktır ki 13. ve 15. yüzyıllar arasında yaşayan bir toplum ve yazıya geçirilmiş bir eser ve müstensihi hakkında yapılacak yorumlarda daha dikkatli olunması gerekliliği ortadadır.