ALEVİ PORTAL

Kerbela Çölünün Kumu

Remzi KAPTAN

1976 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu. Çalışma alanı başta Alevilik olmak üzere dinler ve inançlardır.

Kadim bir inançtır Alevilik inancı. Daha ilk insan bedenleşip varlık meydanına gelmeden, cümle canlar Bezm-i Elest’te ikrar verirken var olan bir inançtır Alevilik.

Başlangıç noktası zaman öncesine kadar giden bu inanca inanmak, ibadet ve kurallarını yerine getirmek her çağda ve her mekanda bedel gerektirmiştir.

Dünyaya gelme nedenini unutup barışıklık ve kardeşlik yerine hırsı ve iktidarı esas alanlar, paylaşım ve dayanışma yerine bencillikte diretenler yani kısacası ikrarını bozanlar her çağda baskın olmuşlardır. Buna karşın Hak inancına inananlar, hakikatin yolundan gidenler ise azınlıkta kalmışlar ve sesleri her zaman için bastırılmıştır.

Tüm bastırılmalara karşın, yok sayma ve ötekileştirilmeye karşın sayıca az da olsa Aleviliğe inanan ve bu inancın gereklerini yerine getirenler her zaman ve her mekanda var olmuşlar ve insanlık var oldukça da var olmaya devam edecekler.

Aleviliğe inanan ve bu inancın gereklerini yerine getirenlerden olan Ayten, Muharrem orucunun ilk gününün heyecanı ve coşkusuyla ellerindeki lokmaları küçük mutfağa bırakıp hala anahtarı üzerinde olan kapıya yöneldi. Dışarı çıkıp tekrar içeriye girdi. Bu defa kapıya üç defa niyaz edip eşiğine basmadan derneğe girdi. Az önce bunu yapmak istemiş fakat elinde birden fazla eşya olduğu için yapamamıştı.

Normal şartlarda cemevinde kapıya niyaz edilir, eşiğe basılmadan öyle içeri girilirdi. Ayten, yıllardır bu küçük derneklerinde bulunmasına rağmen -cemevi konumunda görmediğinden olsa gerek- hiç içeri girerken niyaz etmemiş ve eşiğe de dikkat etmemişti.  İlk defa bu gün niyaz etmişti.

Niyazını yaptıktan sonra bir küçük mutfak ve salondan oluşan derneğin salonunda bulunan resimlere baktı. Alevi önderlerinin ve Aleviliği çağrıştıran resimlerle doluydu duvarlar. O temsili resimlere bakınca içini bir huzur ve tamamlanmışlık kapladı. Bu tamamlanmışlığı sağlayan resimlerle beraber az önce açtığı cd çalardan yükselen mersiyeydi.

Mutfağa yöneldiğinde saatine baktı. Daha ağız mührünün bozulmasına yani orucun açılmasına 3 saat vardı. Bu süre zarfında diğer canlar gelmeden kendi payına düşen lokmaları hazırlayacak, derneğe çeki düzen verecekti.

Cd çalardan mersiyeler ve deyişler yükselmeye devam ediyordu. Ayten hem işini yapıyor hem Muharrem orucunun anlam ve önemini düşünüyor, Kerbela’nın insanlık için taşıdığı manaya yoğunlaşıyordu. “Ah insanlık bu oruca ve oruç ile beraber çekilen yasa bir anlam verebilseydi… Verebilseydi eğer dünya başka bir dünya olurdu. Daha yaşanılası, daha huzurlu, daha anlamlı ve mutlu yaşantıların olduğu bir dünya. Oysa öyle bir dünyada yaşamıyoruz. Hala din adına, milliyet adına kavgalar var. Hala sömürü düzeni ve cinsiyet ayrımcılığı var. Hala baskı ve kendisi gibi olmayanı ötekileştirme ve dışlama var. Kısacası hala Kerbela yaşanmaya devam ediyor”. Bunları düşünüp yoğunlaşırken içeriye Deniz girdi. Onunda elinde lokmaları vardı.

Deniz, lokmalarını mutfağa bırakıp yerleri süpürge makinesi ile temizleyen Ayten’in yanına geldiğinde Ayten demin ki düşüncelerinden sıyrılmış yüzüne Denizi görmenin mutluluğu yansımıştı.

Deniz bu derneğin kurucularındandı. 30 yaşında, ikrarlı, itikatlı, yola ve değerlere bağlı birisiydi.

Daha Deniz ile selamlaşma ve hal hatır sorma faslı bitmeden diğer canlar teker teker içeri girdiler.

Gelen tüm canların yüzlerinde iç huzuru sağlamış insanlara özgü bir rahatlık ve güven vardi.

Yaşadıkları yerde 15 binden fazla Alevi olduğu halde duyarlılık gösteren, ilgili olan, yolu gerçek manasıyla benimseyenlerin sayısı oldukça sınırlıydı.

Ayten ve arkadaşları defalarca insanlara gidip derneklerini, yolu ve değerleri anlatmışlar, yolun insana kattığı manayı dilleri döndükçe izah etmişler fakat ne yazık ki çok az sayıda kimseye ulaşabilmişlerdi.

Gittikleri insanlar onların söylediklerine karşın bir şey söylememiş yani Ayten ve arkadaşlarının doğruluklarını kabul etmiş fakat yinede derneklerine gereken ilgiyi göstermemiş ve bin bir gerekçe ve mazeret ileri sürmüşlerdi.

Bu günde öyleydi. Muharrem orucunun ilk günüydü. Deniz telefon mesajları ile 600 kişiye sms göndermiş, onlara Muharrem orucunu hatırlatmış ve aynı zamanda hep birlikte oruç açmaları için derneğe davet etmişti.

Oruç vakti yaklaşmıştı. Ayten masaya tabakları koymadan şöyle bir göz atmış ve yan yana bir araya getirdikleri masalarda 17 kişi olduklarını saymıştı.

Herkes masalara oturunca Deniz delili uyandırdı. Ardından oruç açma gülbankını okudu.

Bismişah Allah, Allah

Niyetlerimiz kabul, lokmalarımız makbul, muratlarımız hasıl ola

Üçlerin, Beşlerin, Yedilerin, Kırkların, Oniki İmamların, Ondört Masum-u Pakların, Onyedi Kemerbestlerin dergahına yazıla

Kerbela şehitlerimizin, gelmiş geçmiş cümle ulularımızın, atalarımızın ruhu revanları şad u handan ola

Allah bizleri görünür görünmez kazalardan, belalardan, afetlerden, ve her türlü kötülüklerden koruya

Bizleri Ehlibeytin katarından, didarından ayırmaya

Cümlemize sağlık, huzur, birlik, dirlik, hayırlı kazançlar ve hayırlı kısmetler nasip eyleye

Gerçeğe Hü.

Deniz gülbankı bitirince herkes niyaz edip oruçlarını açtılar. Oruç menüsünde çorba, salata ve pilav vardi. İçecek olarak da ayran ve çay.

Oruç, ibadetti. Fakat ibadetin yanı sıra aynı zamanda yastı da. Bunun bilincinde olan ikrarlı ve itikatlı canlar oruçlarını öyle envai çeşit yiyeceklerle açmıyorlardı. Mümkün oldukça sade bir sofra kuruluyor ve yine mümkün oldukça az tüketiliyordu.

Herkes ilk çayını aldığında Onur eline bağlamasını alıp bir tane mersiye çalıp söyledi.

Onur mersiyeyi söylerken canlar huşu içinde dinlediler. Mersiyeden sonra Erkan söz alarak, “canlar bu gün muharrem orucumuzun ilk günü. Bizler için muharrem orucu yaptığımız bir ibadetin çok ötesinde anlamlara sahip. Bir noktada bu 12 gün boyunca bizler inancımızı daha çok yoğun yaşıyor ve tüm yaşamımıza bu yoğunluğun getirmiş olduğu mana çerçevesinden yaklaşıyoruz.

Bu gün ilk gün olması nedeniyle kısada olsa Muharrem orucunun genel bir tanımını yapalım ve ardından sohbetimize devam edelim. Ne dersiniz?” Erkan’ın söylediklerini diğer canlar onayladılar.

Erkan kaldığı yerden konuşmasına devam etti. “Demin dedim ki muharrem orucu bizler için oruç ibadetinden çok derin ve önemli anlamları olan bir ibadettir. Bu noktada kim bize daha detaylı açıklama yapabilir?” Bunları söylerken Erkan, Ayten’e bakıyordu. Erkan Ayten’e bakınca diğer canlarında bakışları ona yöneldi.

“Rica etsek Muharrem orucu hakkında bize temel bilgileri verebilir misin Ayten can”. “Elbette” dedi Ayten ve konuşmaya başladı. “Hepinizin bildiği gibi muharrem orucu hicri takvime göre birinci ay olan Muharrem ayının ilk 12 günü tutulan bir oruçtur.

Muharrem orucunun tarihi Adem peygambere kadar gider. Hz. Muhammed ve diğer tüm peygamberlerde Muharrem orucu tutmuştur.

Muharrem orucu,  insanın kendi iç benliğine yönelmesi, yanlışlarını-doğrularını, eksilerini-artılarını hesaplaması ve bütün bunların sonucunda daha iyiye, doğruya, güzele yönelmesine davettir. Nefsini terbiyeye, Hacı Bektaş Velininde buyurduğu gibi nefsini bilmeye vesiledir oruç.

Muharrem orucu biz Aleviler için Adem peygamberden başlayarak bütün peygamberlerin yerine getirdikleri bir ibadettir. Bunun yanı sıra başta Hz. Hüseyin olmak üzere On İki İmamların şahadetlerinden dolayı aynı zamanda bir yas’tır. Bundan dolayıdır ki Muharrem orucunun diğer bir adı da Yass-ı Matemdir.

Aleviler olarak Muharrem orucu ile Hz. Adem’den günümüze gelen bir ibadeti yerine getirirken aynı zamanda  Hz. Hüseyin’in şahsında Ehlibeyte, Ehlibeytte temsilini bulan insanlık değerlerine bağlılığımızı yineliyoruz. Yezide ve yezitte sembolleşen bütün kötülüklere lanet ediyoruz.

Muharrem orucu, bütün bu özellikleriyle biz Aleviler için önemli bir ibadettir.

Peki bizler bu orucu nasıl tutuyoruz? Nelere dikkat ediyor, neyi esas alıyoruz oruç tutarken?

Kurban Bayramının 1. gününden başlayarak 20 gün sayılır. 20. günün akşamı Muharrem Orucu için niyet edilir ve oruç başlar. Niyet edildikten sonra gün doğumu ile gün batımı arasındaki sürede  hiç bir  şey yenilmez ve içilmez. Gün batımı ile oruç açılır.

Oruç süresince (12 gün boyunca) düğün,nişan,sünnet ve benzer törenler/etkinlikler yapılmaz, kurban kesilmez, et yenilmez, Kerbela Şehitleri’nin çektikleri susuzluğu hissetmek için mümkün oldukça su içilmez (Su saf olarak içilmemektedir. Vücudun su ihtiyacı yenilen yemeklerden, çay,kahve,meşrubat,meyve suyu,ayran gibi sıvı içeceklerden karşılanır).

Muharrem orucunun on ikinci gününden sonra ise On iki İmamlar ‘in ve bu yolda şehit olan bütün canların anısına on iki çeşit/veya daha fazla gıdadan oluşan Aşure Çorbası pişirilerek  o yılki Muharrem Orucu noktalanır.

Bizlerin orucunda gönüllülük esastır. Kişi kendi özgür iradesi ve bilinciyle oruç tutmalıdır. Dayatma, baskı, zorlama biz Alevilerin inancına aykırıdır.

Hiç bir cana kıymamak maksadıyla on iki gün boyunca -oruç tutalım veya tutmayalım- et yememek gerekiyor.

Yaşamımızın bütününde küfür, şiddet, nefret, öfke, kıskançlık, kin ve daha benzer olumsuz duyguların ve bu duyguların davranış halini almasına izin vermemeliyiz. Muharrem orucu bu kurallara daha bir dikkat etmemiz gereken özel ve anlamlı günlerdir. Bu günlerde daha dikkatli olarak bu tür olumsuzluklar varsa yaşamımızdan, kişiliğimizden çıkarıp atmalıyız.

Oruçlarımızı açtıktan sonra yine aşırıya kaçmamamız gerekiyor. Mümkün olduğunca, sağlığımızı ve bünyemizi de düşünerek az tüketmeliyiz.

Yine sağlığımıza dikkat ederek mümkün olduğunca sade su içmemeye özen göstermeliyiz. Bunun yerine meyve suyu, ayran, çay ve benzer içeceklerle su ihtiyacımızı giderebiliriz.

Düğün, nişan ve daha başka eğlencelerden uzak durmalıyız. Muharrem orucu bizler için aynı zamanda bir yastır. İmam Hüseyin’in acısını yüreğinde hissedenler, Celal Abbas’ın kolundan akan kanın kendi yüreklerinde aktığını hissedenler doğal olarak eğlenemezler.

Bunların dışında temizliğe büyük önem vermeliyiz. Bizlerle aynı ortamı paylaşan farklı inançtan insanların hassasiyetlerini dikkate almalıyız. Bu noktada bir yandan inancımızı yaşarken diğer yandan bazı biçimsel kurallar yüzünden insanların bize, dolayısıyla inancımıza tepki duymalarını engellemeliyiz.

Kısaca böyle anlatabilirim muharrem orucunu” diyerek sözlerini bitirdi Ayten.

“Evet sevgili candaşlar. Ayten canımızın da çok özlü bir şekilde vurguladığı gibi Muharrem orucu bizler için oruç ile beraber aynı zamanda bir yastır, matemdir. Bu nedenle klasik oruçların çok çok ötesinde anlamalara, öneme haizdir bizler için”, dedi Erkan.

“Ne yazık ki bu yola inandığını söyleyenler de dahil çokça kişi bu durumu tam manasıyla anlamaktan, algılamaktan hala uzak. Yer yer bizleri kınıyorlar. Bazı durumlarda bizlere hakaret bile ediyorlar. ‘1500 yıl önce ölmüş olan bir Arapa ağlayan ahmaklar topluluğu’ olduğumuzu söylüyorlar.

Oysa muharrem orucunun ve Kerbela’nın taşıdığı manayı bilseler onlar da aynı ruh halinde olur aynı davranışı sergiler, aynı tutumu takınırlardı.

Bizler Araplar arası iktidar mücadelesi vermiş ve bunun sonucunda katledilmiş bir kimseye ağlamıyor, onun yasını çekmiyoruz. Bizler için İmam Hüseyin’in derdi asla iktidar değildi.

Bizler imam Hüseyin’i anarken, ona bağlılığımızı dile getirirken, ona sevgimizi gözyaşımızı ile açığa vururken; İmam Hüseyin’in şahsında yiğitliği, güzelliği, hakkaniyeti, Hak inancını ve hakikat yolunu savunup sahipleniyoruz. Yine yezide lanet ederken, yezidin şahsında cümle kötülükleri, iktidar hırsını, haksızlığı ve sömürüyü lanetliyoruz.

Peki haksızlıkları ve kötülüğü lanetleyen, iyiliği ve hakkaniyeti yücelten ve iyilerden, Hak inancına bağlı hakikat yolunda yürümek isteyenlerden olma isteğini dile getirenler, sizce de insanca soylu bir davranışın sahipleri değilleri mi?”

Erkan bunları söyledikten sonra Onur tekrar sazını eline aldı. “İlk mersiyeyi tek başıma söyledim. Şimdi birlikte söyleyelim” dedi Onur.

Onur mersiyeye başlayınca canlar el ele tutuştular ve hep birlikte Bu gün matem günü geldi mersiyesini söylediler.

Ayten mersiyeyi söylerken gözlerini kapattı. Sesler yavaş yavaş uzaklaştı. Sesler ile beraber kendisi de uzaklaşıyordu. Kendisini 14 asır öncesinin Kerbela yolunda Hüseyin ve candaşlarının kervanını izlerken buldu.

Kervanın yolu yezidin ordusunca kesildi. 300 metre ötede gürül gürül Fırat nehri akıyordu. İmam Hüseyin neler olacağını sezmiş elleri belinde yezidin ordusunu seyrediyordu.

Ayten hepsini tanıyordu. İşte şu Zeynep anaydı. Tüm heybeti ve zarafetiyle yanındakilerine bir şeyler anlatmaya çabalıyor yanı sırada İmam Hüseyin’e bakıyordu.

Zeynel Abidin ağır ateşli ve yarı baygın şekilde çadırın gölgesinde uzanmış yatıyordu. Hava sıcaktı fakat Zeynel Abidin üşüyor olsa gerek Zeynep ana üzerine örtüler örtüyordu.

Yüzüne bakmaya kıyılmaz Celal Abbas malzemelerini kontrol ediyor, sanki cenk meydanında karşısında binlerce kişi değilde bir kaç kişi varmış gibi özgüven doluydu.

Küçük Ali Asker bir küçük bebeğin bütün sevimliliğiyle etrafına gülücükler saçıyordu.

Diğer yandan ne kadar sapkın ve kişiliksiz kimse varsa yezidin ordusunda bir araya gelmiş bir an önce bu Hak inancına mensup hakikat yolcularının üzerine saldırıp ganimet sahibi olmak istiyordu. Aralarında birisinin farklı olduğunu gördü Ayten. Yüzünü tam seçemedi fakat “bu Hür Şehit olsa gerek” dedi kendi kendisine.

Bütün bunları adeta bir film izler gibi izliyordu Ayten. Fakat bu film değildi. İçindeydi, yaşıyordu bunu.

İmam Hüseyin’in ve diğerlerinin yanına yaklaşmak istiyor, onlarla yezidin ordusuna karşı savaşmak istiyor, gidip Fırat’tan su getirmek istiyor ama olduğu yerde, ayakları çölün kızgın kumlarına gömülü halde duruyordu.

Hiç bir yere kımıldayamıyordu. Oysa İmam Hüseyin, Zeynep Ana, Celal Abbas ve diğerleri bir adım ötesindeydi.

Kalakalmıştı yerinde. Kaldığı yerden izliyordu her şeyi. Gözlerinde yaş vardı. Dilinde ağıtlar, mersiyeler.

Ayten, Kerbela da cenk meydanındaydı. Her şeyi görüyor ve yaşıyordu. Celal Abbas’ın nasıl Fırat’tan su aldığını, kesilen kollarını, imam Hüseyin’in candaşlarının teker teker şehit edilmesini ve İmam Hüseyin’in vakarını, Zeynep ana ve diğer anaların, bacıların göğe ağan feryatlarını… Her şeyi yaşıyordu Ayten.

Artık sonuna gelinmişti savaşın. İmam Hüseyin son nefesine kadar Hakkı ve hakikati dile getirmiş ve bu lanetli güruhu tövbeye ve doğrulara davet etmişti. En son susuzluktan dudakları çatlamış olan Ali Askeri eline alıp havaya kaldırdı ve bir kez daha Hakkı ve hakikati dile getirdi. Ne yazık ki bu sapkın ve lanetli topluluk bu güzeller güzeli İmamın bu davetine küçük yavrunun boğazına ok atmakla cevap verdi. İnanılmaz bir andı bu. Küçücük bebeğin boğazına saplanan oktan çıkan kan adeta gökyüzüne savruldu. Ayten bu savrulan kandan bir damlanın yüzüne değdiğini sandı.

İmam Hüseyin’in şehit edilmesine dayanamazdı Ayten. Elleriyle yüzünü kapatmak istedi fakat ellerini oynatamadı. Son bir güçle İmam Hüseyin’in şahadetini görmemek için gözlerini yummayı denedi ve bu defa bunda başarılı oldu.

Gözlerini açtığında kendisini ve diğer candaşlarını mersiyenin son kıtasını söylerken buldu.

Mersiye bittiğinde ortama bir sessizlik çökmüştü. Bir şeyler söylemek için canlara bakan Erkan, “Ayten can yanağında kan var” dedi. Ayten bunu duyunca irkildi. Eliyle kan olan yerin üzerini kapatıp lavaboya yöneldiğinde ayakkabısının içinin kum olduğunu gördü.

Remzi Kaptan

Sosyal Medyada Paylaş
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ