BALKANLAR’DA DA, ARNAVUTLUK’TA DA, TÜRKİYE’DE DE MEZHEPÇİLİK TEŞHİR, İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ TEŞVİK EDİLMELİ! AMMA…
İlginç bir haber çıktı hem de The New York Times* üzerinden. Başlıkta dikkat çekici üç önemli unsur ön plana çıkarılmış. Hoşgörü sembolü (1) olarak Arnavutluk’ta (2) bir müslüman devletin (3) kurulmasının planlandığı başlıkta yer alıyor.
Haberin içeriği resim altyazıları da pek çok farklı mesajı taşıyor.
Öncelikle ifade etmeliyim ki, bu plan Arnavutluk hükümeti tarafından henüz hayata geçirilmediği için çok net yorumlarda bulunmak da kolay değil. Ancak bazı ön varsayımlarda bulunmak mümkün. Böyle bir gelişmenin Türkiye başta olmak üzere, Bektaşi varlığının bulunduğu Bulgaristan ve Yunanistan gibi ülkeler için de etkileri ve sonuçları olur. Zaten hemen bunun işaretleri de görüldü. Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın kendisine bağlandığı Sünni bir bürokrat hemen hükümete yakın bir yayın organında bir yazı yayınlattı. İşin ilginci bu yazıyla, bu gelişme bir yandan ciddiyetsiz, önemsiz ve saçma bulunurken, öte yandan önem verildiğinden olsa gerek bu yazı kaleme alınıp yayınlatıldı.
Aslında sorunun esası tarihin içerisinde yatmaktadır. Osmanlı ve daha sonra belli ölçülerde mirasçısı Cumhuriyet dönemindeki mezhepçi din politikaları, askeriyle siviliyle cumhuriyet dönemi siyasetçilerinin ve bürokratlarının yanlış politikalarda ısrar etmelerine neden olmakta ve bu durum da geçtiğimiz on yıllardan bugüne Ortadoğu’da da Balkanlar’da da giderek etkilerini göstermektedir. Böyle olmasaydı, Almanya’da üniversitede Alevilik kürsüsü haberlerinden sonra Gazi Üniversitesi’nde bir Yüksek Lisans bölümü açılmaz ve AİHM davaları ve Cemevlerinin tanımıyor gözüküp, Cemevleriyle ilgili bir Başkanlık kurulmazdı. Yani mezhepçi zihniyet, Alevi-Bektaşi toplumunun duygu ve düşünceleri nedir ona göre adımlar atalım demek yerine, uluslararası gelişmelere göre sathi adımlarla ve gündelik savuşturmalarla ilerleyebileceğini sanmaktadır. Her zaman ifade ediyorum, bu mezhepçi, beyhude ve başarısız siyasetin bırakılma zamanı gelmiştir ve geçmiştir. Şimdi bu gelişme özelinde biraz tarihsel arka plana bakalım:
Bilindiği üzere Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin de pirlerinden olduğu Alevi-Bektaşi dünyasının kalbi Türkiye olmasına rağmen, XVI. Yüzyılda yaşanan Osmanlı-Safevi çatışması zaten Alevi-Bektaşi toplumu örf dışı, marjinal kabul edilip dışlanmıştı. Babagan Bektaşiliğine ise ancak 1826’ya kadar bir tolerans gösterebilen Osmanlı İmparatorluğu’nun yasaklama kararı tarikatın ve tarikat mensuplarının sürgün ve ötekileştirilmeleri ile sonuçlanmış, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sonrasında kurulan yeni Cumhuriyet, 1925’teki 677 Sayılı Yasa ile de hem Bektaşilik ve diğer tarikatları yasaklamış, hem de din eğitimi ve din hizmetlerini Sünni Hanefilik esasına bağlayarak, çözüme bağlamıştır. Babagan Bektaşi tarikatı üzerinde mensuplar düzeyinde varolan Arnavut etkisi bu yasaklama ile daha da güçlenmiş ve Osmanlı içi bir mesele artık uluslararası olma potansiyeli de kazanmış oldu. Çünkü artık ulus devletlerin egemen olduğu dünyada Alevi-Bektaşiler, Türkiye, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan gibi farklı ülkelerin vatandaşlarıydılar.
Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında dünyada hakim olan ABD-Sovyet kutuplaşması inançsal ve etnik aidiyetlerin 1990’lı yıllara kadar arka plana itilmesine ve bastırılmasına neden oldu. 1990’lar dünyası, etnik ve dini kimliklerin yeniden uyanışına sahne oldu. Daha çok etnik kimliklerin yarattığı çatışmaları dini/mezhepsel ayrışma ve çatışmalar izledi.
Geçmişte Bosna Krizi ve bugün İsrail’in Ortadoğu’daki katliamları orta yerdeyken, Avrupa ülkelerinin izledikleri çifte standart ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, Türkiye, Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde inanç özgürlükleri hep tartışılmaya devam etti.
Türkiye’de Alevi-Bektaşilerle ilgili AİHM’de inanç özgürlüğüne dair kaybedilen davaların sonucunda, Alevi-Bektaşilerin sorunlarıyla ilgili bir Başkanlık açılarak konu savuşturulmaya çalışıldı. Ama neredeyse iki yıl olmasına rağmen kurumun organları bile tam olarak oluşturulmadı ve din hizmetleri/din eğitimi alanlarında uygulanan mezhepçilik suçlamalarından bu şekilde kurtulmak pek mümkün olamadı. Müze statüsünde olan ve Alevi-Bektaşilerin ücret vererek girdikleri Hacı Bektaş Veli Dergahı’na ancak 2014’te ücretsiz girilebilmeye başlandı. Yüzbinlerce Sünni din hocası, hizmetlisi ve öğretmenine genel bütçeden verilen maaşa karşın, bir tek Alevi inanç insanına 2024 yılında bile devlet maaş veremedi, hala vermek, vermemek noktasında kararsızdır. Türkiye’de Sünni din bürokrasisinin ve memurları bütçeden aldıkları aslan payını kimseyle paylaşmak istememektedirler. Ama bir gerçek de var ki geçmişte izledikleri politikaları artık izleyememekte ve tavizler vererek de olsa yeni stratejiler geliştirmeye çalışmaktadırlar. Açık olan şu ki Türkiye hükümetlerinin bu çabaları yararsızdır ve eninde sonunda Cemevleri dolambaçlı yollardan değil, resmen tanınmak ve Alevilere din eğitimi/din hizmetleri hakları verilmek zorunda kalınacaktır. Bu çok iyi bilindiği için bunları kendi istedikleri şekle büründürmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye’de Babagan Bektaşiliğinin durumuna gelince, tekke/dergah/zaviyeler ancak dernek/vakıf şeklinde açılabilmiş durumdadırlar. Bildiğim kadarıyla doğrudan Bektaşi Babagan kolu mensuplarınca dernek/vakıf statüsünde açılmış, tanınmış bir Bektaşi Dergahı bulunmamaktadır. Özellikle İstanbul’da yoğunlaşan Şahkulu, Eryek Baba, Karaağaç gibi Bektaşi tekkeleri Anadolulu Kızılbaş/Aleviler tarafından dernek/vakıflar kurularak restore edilmiş ve idare edilmektedirler.
Ayrıca Babagan Bektaşiliği erkânları gereği de Dedebaba, Halife Baba, Babaları ve Dervişleri olarak kamuoyunda fazla görünür olmayı da doğru bulmamaktadırlar. Bütün bu durum son yıllarda Arnavutluk’ta Baba Mondi’nin yönetimindeki daha medyatik Bektaşilik yapılanmasını daha avantajlı kılmaktadır. Hem tarikat kisveleriyle dünyanın her yerinde sergilemeye çalıştıkları medyatik görünürlük, hem de Arnavutluk’ta resmiyet karşısındaki tanınma ve teşvik gören örgütlenme düzeyi hatta nüfuzlarını Makedonya’daki gibi bazı dergahlarda da kurmaya çalışmaları Arnavutluk’taki Bektaşi yapılanmasını daha etkili hale getirmektedir. Bugün hükümet yanlısı kişilerce “İsrail yandaşı, Fetöcü, Soroscu” olmakla nitelenen ve Arnavutluk tarafından da resmen kabul gören Baba Mondi ve ona bağlı kişilerin, Türkiye’de resmi toplantılara nasıl davet edilerek başköşeye oturtulduğunu da unutmamak gerekmektedir. Kaldı ki Dünya Bektaşiliğini temsil iddiasında olmayan ve Arnavutluk siyasetinin ve Bektaşiliğinin kendi içinde gerçekleştirdiği oluşumlara kim ne derse desin engel olmaz ki. Sorun konunun Arnavutluk’un da ötesinde Balkanlar’ı ve bütün dünyayı kapsayacak bir liderlik tasavvuruyla ilgilidir. Buradaki oluşumun Dünya Bektaşiliğine liderlik ve temsil iddiası tabi ki doğru değildir ve tarihi ve günümüz gerçeklerine de uygun değildir.
Ancak bu son adım eğer hayata geçerse, yani Arnavutluk içerisinde Bektaşilik bir enklav şeklinde resmen tanınan özerk bir din devleti şeklinde tanınırsa, bunun hem Türkiye, hem de Bulgaristan, Yunanistan ve diğer Balkan Bektaşiliğinin izleri bulunan Makedonya ülkeler bakımından elbette sonuçları olacaktır. Konu dini boyut ile sınırlı olmayıp, siyasi etkilerinin yanısıra, Arnavut milliyetçiliği bağlamında da Balkan ülkelerinde tehdit algılamalarına neden olabilir.
Konunun yukarıda ele alınan bu yönlerine rağmen, bir de Babagan Bektaşiliğinin dinamikleri bağlamında değerlendirilmesi gerekir. Halihazırda Alevi-Bektaşi toplumunun serçeşmesi Hacıbektaş Dergahı ve Babagan Tarikatı’nın Dedebaba, Halifebaba, Babalar ve Dervişler şeklindeki organizasyonunun tarihi merkezinde Türkiye Bektaşiliği yer aldığından bu gelişme bütün dünya değil ama Arnavutluk ile sınırlı bir düzeyde kendini gösterebilir. Babagan Bektaşiliği’nin en üst makamında da Ali Haydar Ercan Dedebaba bulunmaktadır. Demek ki, tarikatın iç dinamikleri bağlamında bakıldığında, Arnavutluk’taki olası böyle bir oluşumun Dünya Bektaşiliğinin liderliğini üstlenebilmesi ve bu şekilde kabul görmesi pek mümkün görünmemektedir. Ancak böyle bile olsa Türkiye de dahil diğer Balkan ülkelerinde dikkatleri Alevi-Bektaşi toplumunun üzerine çekmesi gibi sonuçlar da doğuracaktır. Bizim için burada esas olan Alevi-Bektaşi topluluklarının yaşadıkları coğrafyalarda hiçbir siyasi aktörün dayatmalarına ve projelerine konu olmadan, inanç ve itikatlarını özgürce yaşayabilmeleridir.
Sonuç olarak herkes inandığınca yaşamalı, diğer inançları olduğu gibi Alevilik-Bektaşiliği de hiçbir aktör dizayn etmeye kalkmamalıdır. Özellikle Türkiye bağlamında da Alevilik-Bektaşilik siyasetçilerce, siyasi bir oyun alanı olarak değil bir inanç özgürlüğü alanı olarak görülmelidir. Bu bakımdan inanç toplulukları da inanç alanında kalmalı, kendilerini yönlendirmeye çalışan siyasi mühendislik faaliyetlerine itibar etmemelidirler.
Henüz gerçekleşmese de Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın Tiran’da “Bektaşi Tarikatı Egemen Devleti” oluşumuna yönelik ön değerlendirmelerim bundan ibaret. Konu daha da belirgin hale geldikçe değerlendirmeye devam edeceğiz.
* https://www.nytimes.com/2024/09/21/world/europe/albania-tirana-muslim-state-bektashi.html